23 Kasım 2009 Pazartesi

Yazdan Kalma Bir Günden...

Her zaman gittiği cafede yalnız ve her zamanki masasında oturuyordu. Eskiden O’nunla gelirlerdi buraya, beraber tavla ya da dama oynarlar, sohbet ederler, eğlenirlerdi doyasıya. İkisi de vaktin nasıl geçtiğini anlamazlardı beraberlerken. Ayrıldıktan sonra da hep bu cafeye gelirdi.

Üç ay olmuştu onu görmeyeli. Her gün belki o gün görmek umuduyla gidiyordu oraya, masasına bir tavla alıyor, pulları diziyor, zarları atıyor ve bekliyordu, belki gelir diye. O güne kadar bir kez bile rastlayamamıştı ona, rastlaması da mümkün değildi zaten, ama yine de bir umudu vardı nedense. Kimbilir nerdeydi ve kimleydi… Acaba kendisinden sonra bir başkası olmuş muydu hayatında? Ama ihtimal vermedi, vermek istemedi. Öyle olsa her gece aradığında telefonu açmaz, nefes alışını dinlemesine izin vermezdi. Onunla beraberken her gece göğsüne yatar nefes alışını dinlerdi. Ne huzur vericiydi… O nefes aldıkça kalbinin çarpması daha hızlanır, daha heyecanlanırdı. Zaten ne zaman onunla olsa hep heyecanlıydı, ilk günlerini yaşıyormuş gibi. O yanında değilken de ne zaman o gelse aklına, ne zaman onu düşünse ya da ne zaman birine ondan bahsetse hep heyecanlanırdı. Adı anıldığı zaman kalbi yerinden çıkacakmış gibi heyecanlanır, ilk günkü gibi kelebekler başlardı uçuşmaya içinde. Kelebeğin ömrü derdi onların aşkına, kelebeğin ömrü gibi taze, renkli, heyecanlı, capcanlı ve dipdiriydi. Ama kelebeğin ömrü gibi kısacık sürmeyecekti. Sürmemişti de. Hala aşkı ve sevgisi sapasağlam ayaktaydı. Sadece pembe renkler siyaha dönük gri haline bürünmüştü, ama o yine de sevgisini de aşkını da koruyabilmişti. Çok seviyordu. Keşke diyordu, keşke…


Her zamanki masasında önünde pulları dizilmiş, zarı atılmış tavlasıyla otururken bunları düşünüyordu. Çayını yudumlarken penceresinde dışarı baktığında, göz kamaştırıcı güneş ışıklarının arasından biri göründü. Uzun boylu, simsiyah saçlı, yüzünde tatlı bir tebessümü olan biriydi. O’ydu bu. Aylardır onu görebilmek için her gün o cafeye geldiği, bir an bile olsun görmek için can attığı O’ydu… Üstelik cafeye doğru ilerliyordu. Evet, oraya geliyordu. Kalbi her zamankinden daha da hızlı atıyordu şimdi. Hiçbir şey düşünemiyordu, aklı da kalbi de tek bir söz söylüyordu, O, o, o…


Yazdan kalma bir gündü. Çocuk, sevgilisiyle her zaman gittikleri cafeye doğru yürüyordu. Uzun zamandır gitmiyordu oraya, en son onunla gitmişti çünkü. Bir daha gitmeye cesaret edememişti. Onunla ayrıldıktan sonra hiç unutamamıştı sevgilisini. Ayrıldıktan sonra… Bir türlü kabul edememişti bu ayrılığı. Oysa kendi istemişti ayrılmayı. Sevgilisi de kabul etmişti (belki de etmek zorunda kalmıştı). Yine de o hep sevgilisiydi ve öyle kalacaktı. Acaba bir başkasını sokmuş muydu hayatına? Bu ihtimali düşünmek bile istemedi. Onu hala çok seviyordu. O gün bunları düşünürken bir yandan da içinde tuhaf hisler vardı. Ne çok özlemişti meleğini, kokusunu…


Kız içeri girer girmez çocukla göz göze geldiler. Çocuğun yüzünde hem şaşkınlığının hem de mutluluğunun gülümsemesi vardı. Yavaş adımlarla kıza doğru yaklaştı. İki yabancı gibi elini uzattı çocuk kıza. Aslında sarılmak istiyordu ikisi de birbirine, sımsıkı sarılmak. Ama yapamadılar.


“iki yabancı iki yabancı

birlikte ama yalnız

iki yabancıyız…”


Masasına davet etti çocuğu, oturdular. Çocuk tavlaya baktı. İkisinin de aklında sadece eski günler vardı, eski güzel günleri. Çocuk zarlardan birini attı kıza bakarken. Yüzünde o hiç eksik olmayan tatlı gülümsemesi yine yerini almıştı. Kız da gülümsüyordu diğer zarı atarken. Oynamaya başladılar hiç konuşmadan. Sadece gülümsüyorlardı, sadece yüzlerinde değildi artık o gülümseme, gözlerinin içindeydi de. Uzun bir oyundan ve sessizlikten sonra ilk konuşan çocuk oldu. “Güzeldi, seninle yine oynamak(olmak) çok güzeldi.”. Kız hiçbir şey söyleyemiyordu, gözlerinin dolmasından çocuk anlamıştı. Onca aydan sonra ikisi de büyük bir özlemle birbirlerine baktılar. En başta birbirinden kaçmaya çalışan bakışlar artık kendilerini gizleyemiyor ve kaçamıyorlardı. İkisi de birbirlerini farklı şehirlerde sanıyorken, ikisi de ilk tanıştıkları şehirde, ortak noktalarındaydılar. Ve hatta ikisinin tek sevdiği cafede. Rüyaydı sanki. O bakışlar birbirine hala aşık iki kişinin bakışıydı, hala eskisi gibi derin bakıyorlardı birbirlerine. Saatlerce öyle oturabilirdiler hiç konuşmadan, sadece birbirlerine bakarak…


Kız, kalkması gerektiğini farkedip masadan kalktı. Çocuk da kalktı onunla beraber. Her zamanki hesap kavgasını yaparken buldular kendilerini, yine çocuk gibi tartışıyorlardı. Hallerini fark edip güldüler hallerine (: dışarı çıktıklarında güneş hala sıcaktı ve batmamıştı. Nereye gideceklerini unutup öylece uzun cadde boyunca yürüdüler. Güneş son ışıklarını gösterirken onlar da güneşin batışını beraber izledikleri yere gelmişlerdi. Hala konuşmuyorlardı. Yine ilk suskunluğu çocuk bozdu. “özlemişim.” deyiverdi aniden, kızı şaşkınlığa uğratarak. “Ben de…” diyebildi kız sadece. Aslında söylemek istediği daha bir çok şey vardı. Ama hepsi düğümleniyordu sanki boğazında. Konuşursa ona sarılıp ağlamaktan çekiniyordu belki de. Bir zamanlar en rahat ağladığı yerdi onun kolları. En huzur bulduğu yerdi de aynı zamanda. Ona sarıldı mu dünya dururdu sanki, tüm umutsuzlukları, olumsuzlukları unutuverirdi orda. Ne güzel günlerdi, keşke… yine geçirdi içinden umutsuzca. Artık sadece miş’li ve di’li geçmişte kalmışlardı. Artık her gece lanetler yağdırdığı o saçma gururu aşkından bir adım önde duruyordu. Yapamazdı, o bitirmek istemişti, gitme bitmeyelim diyememişti…


İki dudağının arasından “özledim” kelimesi nasıl da bir anda çıkıvermişti, şaşkındı. Aklı hayır dese de kalbi “oğlum deli gibi özledin sen de işte, hem bak o da özlemiş.” diyordu. Onun o gözlerini tekrar görmek hiç bitmeyen aşkını daha da körüklemişti sanki. Şimdi bir kez sarılsaydı ? Sadece bir kez ? Yapamadı… Her gece lanetler ettiği o gururu aşkının bi adım önündeydi. Keşke… “Bitmemeliydi, bitmemeliydik !”


Kız şaşkınlıkla çocuğa bakıyordu, duydukları gerçek miydi yoksa hayal ettikleri miydi diye. Bir kez daha “Bitmemeliydi, bitmemeliydik !!” Kız hiçbir şey söylemeden çocuğa sarıldı, sımsıkı hiç bırakmayasıya… Yine hiç beklenmedik anda iki kelime hissetti kulağında, “SENİ SEVİYORUM…”



Güneş yavaş yavaş parıltılarıyla beraber içeriye doğru süzülüyordu. Daha uyanamamıştı, güçlükle açmaya çalışsa da gözlerini, gelen güneş ışınları göz kapaklarının geri düşmesine neden oluyordu. Dünü hatırladı. Rüyada mıydı? Yana döndü, yanında, her zamanki o bilindik tebessümüyle O vardı.


Gözde Ç.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder