22 Aralık 2009 Salı

Şebnem Ferah - Ateşe Yakın

ATEŞE YAKIN

Bir mum yaktığım
O akşam seni andım
Korkuyu savdığım
Her anı hatırladım

Gittiğin günden şimdiye
Her şey aynı sadece
Çok özledim
Her kahraman gibi erken gittin

Gördüğüm en son ışık
Parıltı sendin hep parlardın
Dinlendiğin o sarmaşık sonra soldu
Hep uçtun ateşe yakın

Bir kayık iki kürek
Ay parlak asil yürek
Biraz rakı biraz azık
Belki hayat bu demek

Göçtüğün gün ben tesadüfen
Düşümde gördüm veda ederken
Çok özledim
Her kahraman gibi erken gittin

Gördüğüm en son ışık
Parıltı sendin hep parlardın
Dinlendiğim o sarmaşık sonra soldu
Hep uçtun ateşe yakın...

26 Kasım 2009 Perşembe

Redd - Another Brick In The Wall

Another Brick In The Wall by REDD

Redd - Hey You

Redd farkıyla HEY YOU !

HEY YOU
Hey you, out there in the cold
Getting lonely, getting old
Can you feel me?
Hey you, standing in the aisles
With itchy feet and fading smiles
Can you feel me?
Hey you, dont help them to bury the light
Don't give in without a fight.

Hey you, out there on your own
Sitting naked by the phone
Would you touch me?
Hey you, with you ear against the wall
Waiting for someone to call out
Would you touch me?
Hey you, would you help me to carry the stone?
Open your heart, I'm coming home.

But it was only fantasy.
The wall was too high,
As you can see.
No matter how he tried,
He could not break free.
And the worms ate into his brain.

Hey you, out there on the road
always doing what you're told,
Can you help me?
Hey you, out there beyond the wall,
Breaking bottles in the hall,
Can you help me?
Hey you, don't tell me there's no hope at all
Together we stand, divided we fall.

Redd - Don Kişot

Güzel Bir Özgürlük Var Bu Gece...
DON KİŞOT
Hadi değiştirelim herşeyi
Devrim olsun bunun ismi 
Başlıklar değişsin
Çirkinlik ve güzellik hepsi
Sessiz ol kimse uyanmasın
Bir yudum iç şundan hemen ısınırsın

Kaçıp evden uzaklara
Şehre bakalım aylak aylak
Kaçıp gerçekten uzaklara 
Hayallere dalalım teslim olmadan
Güzel bir özgürlük var bu gece
İçimde ve dışımda

Don Kişot olsun ismim bu gece
Rüzgaralara savaş açalım
O daha delice
Bir nefes çek sundan alışırsın
Yıldızlar gibi geceye hemen karışırsın

Kaçıp evden uzaklara
Şehre bakalım aylak aylak
Kaçıp gerceklerden uzaklara
Hayallere dalalım teslim olmadan
Güzel bir özgürlük var bu gece

Redd - Her Neyse

bir şiir olamadım kafiyene uyamadım, sen kaçtın ben kelime bulup seni tutamadım, her neyse...

HER NEYSE
Biraz gevşetebilsem göğüs kafesimi
Dokunup durdurabilsem attığın yeri
Boşalttığın yere ne koyduysam dolmuyor
Dakika başı bir off içimden hiç eksik olmuyor

Her neyse işte özledim seni o kadar...

Boş düşünce balonu başımın tam üstünde
Bir şey yazmaz oldu senden sonra içinde
Boşalttığın yere ne koyduysam dolmuyor
Koşmak istesem de sana hayat beni geri çekiyor

Her neyse işte özledim seni o kadar...

Bir şiir olmadım kafiyene uyamadım
Sen kaçtın ben kelime bulup seni tutamadım
Boşalttığın yere ne koyduysam dolmuyor
Dakika başı bir off içimden hiç eksik olmuyor

Her neyse işte özledim seni
Her neyse işte böylesi hayat nereye kadar...

Redd - Yüzünü Dökme Küçük Kız


YÜZÜNÜ DÖKME KÜÇÜK KIZ

Yüzünü dökme küçük kız
Bırak üzülmeyi
Yalnız sen misin bir düşün
Unutan sevilmeyi

Yüzünü dökme küçük kız
Kızma onlara
Yalnız sen misin bir düşün
Zincir oranda buranda


Her siyahın bir beyazı
Gecelerin gündüzü de vardır
Her tutsağın bir kaçışı
Uykunun uyanışı vardır

Yüzünü dökme küçük kız
Yaşamın anlamını bul
Sonra dinle kendini
Yolunu bil

Her siyahın bir beyazı
Gecelerin gündüzü de vardır

Her tutsağın bir kaçışı
Uykunun uyanışı vardır 

Yüzünü dökme küçük kız
Bırak üzülmeyi
Yalnız sen misin bir düşün
Unutan sevilmeyi 


Yüzünü dökme küçük kız
Kızma onlara

Yüzünü dökme küçük kız...

Redd - Boşver

Boşver sevdim de ne oldu, boşver böylesi daha güzel...

BOŞVER
Mum kokuyordu odası sabaha doğru
Duvarlarda çiçekler asılmış kuruyordu
Masada eski hediyelerin boş kutuları
Belli ki atmaya kıyamıyordu
Elbiselerini kaldırıp, bana yer açarken
Onu izliyordu gözlerim, çok güzeldi
Radyoyu açıp duruma uygun bir kanal buldu
Bir içki ister misin diye sordu

Boşver çok içtim yanıma gel
Boşver zaten kafam güzel
 
Boşver çok içtim yanıma gel
Boşver zaten kafam güzel

Karbon kâğıdı koymuş gibi, duyguların arasına
Birbirimize dokunduk sabırsızca
Gözlerine bakınca utandığını anlamak kolaydı
Ama durmadı öptü beni kısıp gözlerini
Elbiselerini çıkartıp saçlarına dokunurken
Onu kokladım içim ürperdi
Soluk soluğa yatıyordu terlemişti vücudu
Ve beklenen soruyu sordu

Boşver sevdim de ne oldu
Boşver böylesi daha güzel
 
Boşver sevdim de ne oldu
Boşver böylesi daha güzel

Elbiselerimi giyerken oda aydınlanıyordu
Ne güzeldi ışıkla eriyip gidiyordu
Çıkıp giderken beni izliyordu yatağından
Neden burada kalmıyorsun diye sordu

Boşver bir taksi çağır giderim ben
Boşver rahatını hiç bozma sen

Boşver bir taksi çağır giderim ben
Boşver böylesi daha güzel

Redd - Nefes Bile Almadan


NEFES

Kelebek kadar ömrümüz var
Sevmek lazım hemen başlayalım
Kaybedecek daha neyimiz var
Aşk için gerekiyorsa hepsi bende var


Nefes bile almadan
Nefes bile almadan
Nefes bile almadan
Seviyorum seni…


Sarmaşıklar gibi sardın kalbimi
Değiştirdin kanımı koydun zehrini
Örümcek gibi ördün zihnimi
Düşündükçe daha çok isterim seni


Nefes bile almadan
Nefes bile almadan
Nefes bile almadan...


İçimde dolaşan alkol gibi
Sana gitgide sarhoş oluyorum
Ruhumu kaybetmiş gibi
Sadece senin için yaşıyorum


Nefes bile almadan
Nefes bile almadan
Nefes bile almadan
Seviyorum seni…

Redd - Mutlu Olmak İçin

Mutlu olmak için sevmek için görme işitme, mutlu olmak için sevmek için bilme çok düşünme...

MUTLU OLMAK İÇİN
Kapıyı aralayıp onu gördüm
Bir başkasıyla yatağımda
Son sözleri hala kulağımda
Bu ilk kez değildi dedi bana

Dokunup hissettiğim kadını
Bana aitmiş sanarken
Artık bildiğim tek bişey vardı
Acıydı dünyanın diğer adı

Mutlu olmak için sevmek için
Görme, işitme

Mutlu olmak için sevmek için
Bilme, çok düşünme

Ceketi alıp sokakta kayboldum
Artık yalnız bir adamdım
Yoldan bir taksi çevirdim
Köprüye vardığımda trafik tıkandı

Her yerde kameralar vardı
Biri atlıyordu belli ki
Onu izlerken farkettim ki
Hayatta kalmak kafiydi

Mutlu olmak için sevmek için
Görme, işitme

Mutlu olmak içi sevmek için
Bilme, hissetme (çok düşünme)

Redd - Seni Buldum

SENİ BULDUM
Sana fena halde benziyor güzellik
Ama aynaya bakma senden biraz çirkin
En uzak cebe saklanmış bir anahtar gibi
Biraz geç de olsa açacak kapıyı sana
Sözcükler hazır dudaklarımda

Seni buldum arıyordum
Kaybetmem bir daha

Beni kendimden geçiriyor güzelliğin
Ama sakın uyandırma bırak uyuşsun kalbim
En uzak şehre yürürken çıplak ayaklarımla
Gördüğüm her çiçeği topladım yolda
Sözcükler hazır dudaklarımda

Seni buldum arıyordum
Kaybetmem bir daha

Redd - Dünya

Dön be dünya, daha hızlı dön...
DÜNYA
İstemiyor artık canım 
Hiç üzülme umrumda değil hoşçakal 
Benim için artık bitti 
Göri dönmem umrumda değil, hoşçakal derim 

Hiç bu kadar acıtmadı 
Hiç kimse senin kadar acıtmadı hiç kimse acıtmadı canımı 
Önce gözümü bağladın sonra yavaşlattın sonra durdurdun 

Dünya yeniden dönüyor 

Telefonda ağlıyorsun gözyaşların umrumda değil 
Hoşçakal derim 
Yan birazcık anla canım, kül olsan da umrumda değil 
Hoşçakal derim 

Hiç bu kadar acıtmadı 
Hiç kimse senin kadar acıtmadı canımı 
Önce gözümü bağladın, sonra zamanı yavaşlattın, sonra durdurdun 

Dünya yeniden dönüyor 

Dön be dünya.. daha hızlı dön.. 

Dünya yeniden dönüyor...

23 Kasım 2009 Pazartesi

'Kasımda Aşk Başkadır'

"Kasımda Aşk Başkadır" derler.. Kasımda aşk başka mıdır ?


Ağaçların çiçeklerini ve yeşilliğini kaybedişine bir gösterge misali gözyaşı adına yapraklarını döktüğü sonbaharın en sevdiğim ayıdır kasım.. Kasım gelince insanlar daha da hüzünleşir, 'yine aylardan kasım' melodileri duyulur bazen.. Kimi zaman 'İstanbulda Sonbahar'dır gülen yürekleri buğulu yapan, kimi zaman 'bu şehre sonbahar gelir ben ve yapraklar' dersiniz durmadan.. Bazen de her şeyin sebebi sonbaharda bulursunuz ama yine de korkmazsınız.. Çoğu zaman da hayatımızdan bir bir ayrılan kişileri sonbahardan etkilenen ağaçlara benzetiriz, yaprakları dökülür önce, renkleri solar ve geride kalanları hiç düşünmeden rüzgara kapılır giderler.. Ve hepsi de kasımda yaşanır bana göre...


Peki kasımda aşk nasıldır ? Yerlere savrulmuş, yönünü kaybetmiş, sarının her tonuna bürünmüş yaprakların arasından geçerken, içinizi titreten kutup soğuğu havaya rağmen tuttuğunuz o el içinizi ısıtabilir mi ? Sevdiğinizi hissettiğiniz kişiye sarıldığınızda yaprakların rengi bi başka gelmez mi gözünüze ? Ya da o kişinin yüzünde gördüğünüz ufacık ama sımsıcak bi gülümseme yetmez mi ağaçları tekrar yeşertip çiçeklendirmeye ?


Aşkı birkez de kasımda yaşamak isteyenlere...



Gözde Ç.

Neden ?...

Şu girişleri hiç beceremedim nedense. Başlangıçları hiç sevemedim o yüzden. Başlangıçları ve sonları. Hele hüzünlü bitenlerdense...


Sabah olmasına ve güneşin kızıllığını göstermesine saatler kala, ben uykusuzlukla cebelleşirken, içimde merakla sorulmaya devam eden “neden” sorusuna uygun cevabı hala bulamamış olmanın da huzursuzluğuyla zamanın hızla ilerlemesine engel olamayarak düşünüyorum. Sadece düşünüyorum. Olanları, yapılan haksızlıkları, düzeni, insanları, yaşanmışlıkları, verilen sözleri, hak edilen ve edilmeyenleri..


Verilen sözleri de hiç sevemedim. Ne zaman bi söz verilirse, bilin ki o söz tutulmaz. Yapacağım denilen hiçbir şey aslında yapılmaz...


Gözde Ç.

Nokta Konmuş, Bitmiş, En Güzel Hikayem...

Boşluk… Artık hissedilen derin bi boşluk..


Gülümseme var yüzlerde sadece, hatıralardan geri kalan sıcak bi gülümseme, ufacık bi göz yaşıyla beraber…


Ama artık olmayacağını bile bile hala var olan bi sevgi de var…


Olmayacağını bile bile ama peki ya olursa ?


Hayır, “ama”sı “peki”si “ya”sı yok… Olmayacak duymadın mı söylenenleri ?


Evet, “ama”sı “peki”si “ya”sı yok, duydum !


Peki içten gelen o hisler, düşünceler, beynin ve kalbin içindeki “ama”lar ? Cevapsız sorular ?


Hayır, soru da yok, olmamalı !


Doğru, olmamalı…


Ama yine de, işte…

Bazen ne yaparsan yap olmuyo bazen…


“Benim de zaten hiç gücüm yok yüzüm yok hiç umudum yok
 Ama bil ki farklı bir hayaldi işkenceydi bazen
 Bazen çok güzeldi…
 Ama anlıyorum sesinden kurtulmuşsun sen
 Nokta konmuş, bitmiş EN GÜZEL HİKAYEM…


Gözde Ç.

Yazdan Kalma Bir Günden...

Her zaman gittiği cafede yalnız ve her zamanki masasında oturuyordu. Eskiden O’nunla gelirlerdi buraya, beraber tavla ya da dama oynarlar, sohbet ederler, eğlenirlerdi doyasıya. İkisi de vaktin nasıl geçtiğini anlamazlardı beraberlerken. Ayrıldıktan sonra da hep bu cafeye gelirdi.

Üç ay olmuştu onu görmeyeli. Her gün belki o gün görmek umuduyla gidiyordu oraya, masasına bir tavla alıyor, pulları diziyor, zarları atıyor ve bekliyordu, belki gelir diye. O güne kadar bir kez bile rastlayamamıştı ona, rastlaması da mümkün değildi zaten, ama yine de bir umudu vardı nedense. Kimbilir nerdeydi ve kimleydi… Acaba kendisinden sonra bir başkası olmuş muydu hayatında? Ama ihtimal vermedi, vermek istemedi. Öyle olsa her gece aradığında telefonu açmaz, nefes alışını dinlemesine izin vermezdi. Onunla beraberken her gece göğsüne yatar nefes alışını dinlerdi. Ne huzur vericiydi… O nefes aldıkça kalbinin çarpması daha hızlanır, daha heyecanlanırdı. Zaten ne zaman onunla olsa hep heyecanlıydı, ilk günlerini yaşıyormuş gibi. O yanında değilken de ne zaman o gelse aklına, ne zaman onu düşünse ya da ne zaman birine ondan bahsetse hep heyecanlanırdı. Adı anıldığı zaman kalbi yerinden çıkacakmış gibi heyecanlanır, ilk günkü gibi kelebekler başlardı uçuşmaya içinde. Kelebeğin ömrü derdi onların aşkına, kelebeğin ömrü gibi taze, renkli, heyecanlı, capcanlı ve dipdiriydi. Ama kelebeğin ömrü gibi kısacık sürmeyecekti. Sürmemişti de. Hala aşkı ve sevgisi sapasağlam ayaktaydı. Sadece pembe renkler siyaha dönük gri haline bürünmüştü, ama o yine de sevgisini de aşkını da koruyabilmişti. Çok seviyordu. Keşke diyordu, keşke…


Her zamanki masasında önünde pulları dizilmiş, zarı atılmış tavlasıyla otururken bunları düşünüyordu. Çayını yudumlarken penceresinde dışarı baktığında, göz kamaştırıcı güneş ışıklarının arasından biri göründü. Uzun boylu, simsiyah saçlı, yüzünde tatlı bir tebessümü olan biriydi. O’ydu bu. Aylardır onu görebilmek için her gün o cafeye geldiği, bir an bile olsun görmek için can attığı O’ydu… Üstelik cafeye doğru ilerliyordu. Evet, oraya geliyordu. Kalbi her zamankinden daha da hızlı atıyordu şimdi. Hiçbir şey düşünemiyordu, aklı da kalbi de tek bir söz söylüyordu, O, o, o…


Yazdan kalma bir gündü. Çocuk, sevgilisiyle her zaman gittikleri cafeye doğru yürüyordu. Uzun zamandır gitmiyordu oraya, en son onunla gitmişti çünkü. Bir daha gitmeye cesaret edememişti. Onunla ayrıldıktan sonra hiç unutamamıştı sevgilisini. Ayrıldıktan sonra… Bir türlü kabul edememişti bu ayrılığı. Oysa kendi istemişti ayrılmayı. Sevgilisi de kabul etmişti (belki de etmek zorunda kalmıştı). Yine de o hep sevgilisiydi ve öyle kalacaktı. Acaba bir başkasını sokmuş muydu hayatına? Bu ihtimali düşünmek bile istemedi. Onu hala çok seviyordu. O gün bunları düşünürken bir yandan da içinde tuhaf hisler vardı. Ne çok özlemişti meleğini, kokusunu…


Kız içeri girer girmez çocukla göz göze geldiler. Çocuğun yüzünde hem şaşkınlığının hem de mutluluğunun gülümsemesi vardı. Yavaş adımlarla kıza doğru yaklaştı. İki yabancı gibi elini uzattı çocuk kıza. Aslında sarılmak istiyordu ikisi de birbirine, sımsıkı sarılmak. Ama yapamadılar.


“iki yabancı iki yabancı

birlikte ama yalnız

iki yabancıyız…”


Masasına davet etti çocuğu, oturdular. Çocuk tavlaya baktı. İkisinin de aklında sadece eski günler vardı, eski güzel günleri. Çocuk zarlardan birini attı kıza bakarken. Yüzünde o hiç eksik olmayan tatlı gülümsemesi yine yerini almıştı. Kız da gülümsüyordu diğer zarı atarken. Oynamaya başladılar hiç konuşmadan. Sadece gülümsüyorlardı, sadece yüzlerinde değildi artık o gülümseme, gözlerinin içindeydi de. Uzun bir oyundan ve sessizlikten sonra ilk konuşan çocuk oldu. “Güzeldi, seninle yine oynamak(olmak) çok güzeldi.”. Kız hiçbir şey söyleyemiyordu, gözlerinin dolmasından çocuk anlamıştı. Onca aydan sonra ikisi de büyük bir özlemle birbirlerine baktılar. En başta birbirinden kaçmaya çalışan bakışlar artık kendilerini gizleyemiyor ve kaçamıyorlardı. İkisi de birbirlerini farklı şehirlerde sanıyorken, ikisi de ilk tanıştıkları şehirde, ortak noktalarındaydılar. Ve hatta ikisinin tek sevdiği cafede. Rüyaydı sanki. O bakışlar birbirine hala aşık iki kişinin bakışıydı, hala eskisi gibi derin bakıyorlardı birbirlerine. Saatlerce öyle oturabilirdiler hiç konuşmadan, sadece birbirlerine bakarak…


Kız, kalkması gerektiğini farkedip masadan kalktı. Çocuk da kalktı onunla beraber. Her zamanki hesap kavgasını yaparken buldular kendilerini, yine çocuk gibi tartışıyorlardı. Hallerini fark edip güldüler hallerine (: dışarı çıktıklarında güneş hala sıcaktı ve batmamıştı. Nereye gideceklerini unutup öylece uzun cadde boyunca yürüdüler. Güneş son ışıklarını gösterirken onlar da güneşin batışını beraber izledikleri yere gelmişlerdi. Hala konuşmuyorlardı. Yine ilk suskunluğu çocuk bozdu. “özlemişim.” deyiverdi aniden, kızı şaşkınlığa uğratarak. “Ben de…” diyebildi kız sadece. Aslında söylemek istediği daha bir çok şey vardı. Ama hepsi düğümleniyordu sanki boğazında. Konuşursa ona sarılıp ağlamaktan çekiniyordu belki de. Bir zamanlar en rahat ağladığı yerdi onun kolları. En huzur bulduğu yerdi de aynı zamanda. Ona sarıldı mu dünya dururdu sanki, tüm umutsuzlukları, olumsuzlukları unutuverirdi orda. Ne güzel günlerdi, keşke… yine geçirdi içinden umutsuzca. Artık sadece miş’li ve di’li geçmişte kalmışlardı. Artık her gece lanetler yağdırdığı o saçma gururu aşkından bir adım önde duruyordu. Yapamazdı, o bitirmek istemişti, gitme bitmeyelim diyememişti…


İki dudağının arasından “özledim” kelimesi nasıl da bir anda çıkıvermişti, şaşkındı. Aklı hayır dese de kalbi “oğlum deli gibi özledin sen de işte, hem bak o da özlemiş.” diyordu. Onun o gözlerini tekrar görmek hiç bitmeyen aşkını daha da körüklemişti sanki. Şimdi bir kez sarılsaydı ? Sadece bir kez ? Yapamadı… Her gece lanetler ettiği o gururu aşkının bi adım önündeydi. Keşke… “Bitmemeliydi, bitmemeliydik !”


Kız şaşkınlıkla çocuğa bakıyordu, duydukları gerçek miydi yoksa hayal ettikleri miydi diye. Bir kez daha “Bitmemeliydi, bitmemeliydik !!” Kız hiçbir şey söylemeden çocuğa sarıldı, sımsıkı hiç bırakmayasıya… Yine hiç beklenmedik anda iki kelime hissetti kulağında, “SENİ SEVİYORUM…”



Güneş yavaş yavaş parıltılarıyla beraber içeriye doğru süzülüyordu. Daha uyanamamıştı, güçlükle açmaya çalışsa da gözlerini, gelen güneş ışınları göz kapaklarının geri düşmesine neden oluyordu. Dünü hatırladı. Rüyada mıydı? Yana döndü, yanında, her zamanki o bilindik tebessümüyle O vardı.


Gözde Ç.

Gecenin karanlığına inat pırıl pırıl parlayan yıldızlar aydınlatıyordu ruhunu sanki. Yaşamak, diyordu sürekli içten içe, yaşamak.. Kim bilir kaç kişi vardı o anda yaşam savaşı veren diye aklından geçirdikçe, aldığı nefes daha da anlamlı geliyor, hayat katıyordu hayatına. O sert kayalardan, çelikten daha güçlüydü, ama bi o kadar da narin ve kırılgan…


Duygularını yok saymaya başladığı günden beri, aklını ve beynini yaşanmışlıklardan sıyırmak için türlü türlü yollara başvurmuştu aklınca. Ama hala atlatabilmiş değildi çoğu şeyi aklında, kalbinde… Kırgın olmasının nedeni saçma nedenlerdi gidene göre, halbuki saçma nedenler diye sıfatlandırılmış olan şey onun duygularıydı. O aşk dilenmişti, tüm kalbiyle kaldırabileceğinden daha ağır bi his, bi yüktü bu oysaki. Ama yine de denemeye değerdi, tatmaya değerdi sonunda acımsı -ki bu onun kalbinin acımasıydı- bi tat bırakacağını bile bile… Değmişti de -ya da değdiğini sanmıştı aptalca…


Her şey az biraz hayatın akışına kapılmış fakat yine de yolunda giderker, nasılı ve nedeni belirsiz bi şekilde tüm ipler kopuverdi, herkes varılan noktaya geri döndü. İnsan aceleci davranmakta neden bu kadar hevesli ? Hayatın akışına kapılmak olsa gerek…


Tüm duyguları boğulmuştu yüzüp karaya ulaşamayınca. Geriye kalan her şey ayrı adalara düşmüş, kumsala vurmuş gemi kalıntılarıydı.


Son umut kırıntılarını aramaya çalıştı bazen elinden hiçbi şey gelmeyip kıvranarak, çaresizce, bazen yeni doğan bi bebek gibi umut dolu, bazen ilkbahar gibi coşkuyla, bazen sonbahar gibi hüzünle.Ta ki o kelimeyi duyana kadar…


Milat olmuştu o duyduğu kelime onun için. Öncesi ve sonrasıydı, ortası yoktu. Şimdi o güzelim sevginin yerinde, sevgiden daha büyük, aşktan daha güçlü bi öfke vardı… Ve “O” eskiden hatırlandıkça dudaklarda hoş bi tebessüm bırakan insandan, artık sadece geçmişte karşılaştığı ve bolca ders aldığı insana bürünmüştü, her şeye rağmen… Tüm olanlardan sonra bildiği tek şeyse, artık kayıplara umut dadanmayacaktı…



“Ne umut kaldı ne bir rüya

Geceyedir küsmelerim…”


Gözde Ç.

Güneşin batarken yüzünü doğaya gösterdiği o kızıllığı özlemişim, bugün daha bi farkına vardım bunun. Masmavi gökyüzünün ateş kızılıyla buluşması kadar huzur verici bi an yok sanırım. O bembeyaz bulutların kızıllığa inat, saf ve temiz hallerini sürdürmeleri kadar da asilik görmemişizdir belki de bir çoğumuz…


Yeşillik içinde bi tepede güneşi batırırken, denizleri ve okyanusları kıskandıran mavilikteki o pırıl pırıl gökyüzünden önce yağmur taneleri düştü, son ağustos sıcaklarına inat, toprakla buluşmak için can atan yaz yağmuru, sen nasıl bi şeysin öyle ? Yaz yağmurunu hissetmek, onun içinde adeta kaybolmak gibisi yok, hele ki yağmur hastasıysanız. Saçlarınıza, yüzünüze, ellerize değen o ılık yağmur damlalarıyla buluşmak sonsuz keyif verici… Yağmurun dinmesiyle oluşan, rengarenk gökkuşağı ise, yağmurun dinmesi yüzünden yüzünüzde oluşan burukluğu tamir etmekte usta. Doğanın rengi yeşil; sonsuzluğun rengi mavi; güneşin rengi sarı; güneşin doğuşu ve batışını simgeleyen turuncu; ateşin, aşkın, tutkunun ve hırsın rengi kırmızı ve kimi insanın iç dünyasını güçlü bi şekilde temsil eden mor… Sanki hepsi iş birliği içine girmiş bu renklerin. Onları gören ve hisseden herkese oyun oynatıyor gibi, yüzlerde yorgunluklara, mutsuzluklara, umutsuzluklara inat gülümsemeler bırakarak… Gökkuşağının sımsıcak renkleri içinizi ısıtıyor adeta, seyretmek gibisi de yok o sıcaklığı, hele yalnız değilseniz… Gökkuşağın o güzelim rengarenk varlığı uzun sürmese de büyüsüne öyle bi kapılıveriyorsunuz ki hafızalarda uzun bir süre yer edebiliyor…


Gökkuşağın büyüsünden çıkamadan, güneşin batışının o kor kızılı görüp de iki tarifsiz duyguyu yaşadınız mı ? Yukarıdan aşağı güneş yavaşça inerken, önce öyle bir kızıllık bırakıveriyor ki etrafa, sanki tuali alıp önce sonsuz maviye boyamışsınız da sonra da turuncu kızılı mavinin üzerine döküvermişsiniz gibi. Kızıl büyü, ne büyüleyici bi görsel şölen…


Artık maviliğini karanlığa bırakan gökyüzü tüm yorgunluğunu da aynı anda atıverir sanki. Peki siz geceleri sever misiniz ? Ben geceleri severim.. Tüm gün insanlar arasındayken içimde sıkıştırmaya çalıştığım duygularımla kavuşurum çünkü, yalnız sadece ben ve onlar. Kaçamam kendimden, ama bu mutlu eder beni, hesaplaşmalarımı yaşarım içten içe. Maskeler olmaz geceleri, herkes yüzleşir geceyle ve kendisiyle. Ve sessizlik… Her yer herkes sessizleşir geceleri, bir ben kalırım geriye. Oyunsuz, yalansız bir hayat kalır…



Gözde Ç.

BENCE SEN DE ŞİMDİ HERKES GİBİSİN

BENCE SEN DE ŞİMDİ HERKES GİBİSİN


Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin

Nazım Hikmet RAN

YALNIZ BİR OPERA

Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

İmrendiğin, öfkelendiğin
Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
Dile dökülmeyenin tenhalığında
Kaçırılan bakışlarda
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
Zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.

Yaz başıydı gittiğinde, ardından,
Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
Çerçevesine sığmayan
Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe
Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
'Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda.
Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
İyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak....
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

Dışarda hayat düşmandır size
İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saat tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğümüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
Kendimizi hazırlar gibi.

Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
Göremeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

Bana zamandan söz ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onalar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
çöker.
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı
Ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmissinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır
Ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
Kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.
Bakışımlı mevsimlerden
İkindi yağmurlarını bekleyen
Yaz sonu hüzünlerinden
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
Geçti her cağın bitki örtüsünden
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
Bakarken dünyaya
Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
Çicek adlarını ezberlemekten geldim
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
Unuttuklarını hatırlamaktan
Uzun uzak yolları tarif etmekten
Haydutluktan ve melankoliden
Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Yaram vardı, bir de sözcükler
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
Sayfalar ve günler
Işık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
Karardı dizeler.
Aşk...Bitti. Soldu şiir.

Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Ask yalnız bir operadır, biliyordum:
Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
Yani çoğalarak
Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
Ağır ve acı tanıklıklardan
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
Ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi
Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri...
panayır yerleri...
Ölü kelebekler...
Ölü kelebekler...
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

Adım onların adının yanına yazılmasın diye
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
İpek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde
Ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
Gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
İlerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
Ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
Yeniden yollara düşerler
Düşerim
Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
Yerli yerinde her şey
Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi her şey yeniden
Yüreğim, o eski aşk kalesi
Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.

Murathan MUNGAN
























Hava puslu, soğuk
Kırlar koyu, kırmızı
Saman sarısı, ölü yeşil
Kış gelmek üzere oysaki gönül
Kışa girmeye hazır değil...

Nazım Hikmet RAN